67 Eylül olayları - 1000Kitap. ·. 6-7 Eylül Olayları Olayların ardından üç büyük ilde sıkıyönetim ilan eden hükümet, olayların çıkış nedeni olarak da “solcuların tahrikini” gösterdi. Hiçbir şeyden haberi olmayan Aziz Nesin, Kemal Tahir, Asım Bezirci gibi sol 03:36:01; Cevap : Bulmacada 'Olayları, Tarihe Uygun Sıralayan Bilim Dalı' nedir sorusunun cevabı: 1 - Doğumunuzdan bugüne kadar olan önemli olayları listeleyin. 2 - Büyüklerinizden bu olaylar ve sırası hakkında bilgi alın. 3 - Varsa resimler bulun. 4 - olayları tarih sırasına sıralayın. işde bu kadar :) 67 Eylül Olayları; Kitap E-Kitap. Çeviri. Bahar Şahin Fırat. ISBN. 9789750504365. 9. baskı - Şubat 2022. 239 sayfa. 39,75 TL Availability: In Stock Sepete Ekle. Yağmalamaolayları Şişli, Nişantaşı, Beyazıt, Kadıköy, Kumkapı ve Yedikule semtlerine yayıldı. Ankara ve İzmir’de de benzer olaylar yaşandı. Hedef Rum, Ermeni ve Musevilere ait ev, dükkan ve kiliselerdi. Kaynaklar: D. Güven, “6-7 Eylül Olayları”, Tarih Vakfı, İstanbul 2005; Resul Babaoğlu, “6-7 Eylül 0930 Ağrı'da başı demir korkuluklara sıkışan inek kurtarıld DOLAR. 17,28. STERLİN. 20,79. EURO. 17,60. 6-7 Ekim olayları Kürtlerin Kerbelasıdır. Mustazaflar Cemiyeti Ağrı Şubesi tarafından Kültür ve Kongre Merkezinde "Hz.Hüseyin - Yasin ve Kerbela" adlı program gerçekleşti. 24 Ekim 2015 Cumartesi 20:24. gjF0yfK. BASKIN ORANO gece ben Gündoğdu Açıkhava’da oynayan “Çelik Hançer”i istiyorum, çünkü gökten düşen bir taştan yapılmış hançerden bahsediyoruz ve mahallede bir tek ben görmemişim, ama Nesrin ablamla Taşkın abim “Kahraman Şerif”e götürüyorlar Gary Cooper var diye. Ünivar Açıkhava’da sonuna doğru dışarıdan patırtılar başladı. Kimileri bırakıp çıkıyor. Biz zor bitirdik çıktık, bir baktık ki yüz metre ötede, Birinci Kordon ’daki Yunan Başkonsolosluğu alevler içinde. Meğer olaylar akşamüstü fuardaki Yunan pavyonunun önünde başlamış da bizim haberimiz yokmuş. Bir çocuğu, sonradan söylendiğine göre Gazi İlkdkulu’nda bizim sınıftan Tayfun’u, bayrak direğine tırmandırtmışlar, bayrağı parçalamışlar. Yunanlıların Selanik’te Atatürk’ün evini bombaladıklarını da duyduk, o OranAlsancak’ta herkes ayaktaBir vardık ki, bizim İkinci Kordon 270 numaradaki ev hıncahınç; mahallemiz Alsancak ’ta ne kadar gayrimüslim komşumuz varsa tıkışmış. Herkes ayakta. Yanımızdaki 268 numarada hiç evlenmemiş iki yaşlı Rum hanım otururdu, saçları blö’lü, birara köpeklerini belediye zehirlemişti de daha büyüğü gelip bizim evden kardeşinin işyerine hıçkıra hıçkıra telefon etmişti, onların zangır zangır titreyişini özellikle kapıyı kapattırmış, kol demirini vurdurmuştu. Biraz sonra güruh kapıya dayandı. “Gavurlar buradaymış!” diye bağrışıyorlar. Demir sokak kapısı gidip gidip geliyor; kıracaklar. Babam yaşlı, sinirli, sert, saygı gören bir adamdı. Çubuklu pijamaları üstünde, açtırdı kapıyı, çıktı dışarı, “Defolun! Türk evi burası! ” diye ağzından tükürükler saçmacasına haykırdı. Öndeki it, tepesindeki saçlar seyrek, “Peki, amca!” dedi, defoldular, yan evleri yağmalamaya gittiler. Galiba babamın pijama cebinde, gidip başucundaki komodinin çekmecesinden aldığı, milletvekiliyken verilmiş Kırıkkale vardı, ama hayal etmiş de olabilirim.O gece yatağıma işemişim’Ortalık biraz yatışınca, bize sığınmış komşuların evlerinin nasıl tahrip ve talan edildiğini içimiz ezilerek izledik. Evimizin önünden bir sürü herif-i nâşerif elleri-kolları dolu, geçe geçe bitemedi. Ben tabii, on yaşında çocuk, cahil cesareti, “Nereye götürüyorsun onları? ” diye sormuşum, ablamın koluma ânında bastığı çimdiğe rağmen, herif de demiş “Denize atmaya götürüyom!” Kordon’dan denize otomobil ve kuyruklu piyano atıldığını bu gözlerimle gördüm; sonra otoyu nihayet dinince yatmaya gittik. Sabaha doğruydu. O gece yatağıma Eylül olaylarında gözü dönmüş saldırganlardan arabalar da nasibini NEZİH BAŞGELEN ARŞİVİ Yayın hakkı size, muhteşem bir örgütlenme değil miydi? O yaştayken pogrom mogrom bilmiyordum ama şimdi biliyorum Tipik bir pogrom’du Çoğunluğun azınlığa devlet desteğinde saldırısı. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde tarih içinde Yahudi mahallelerine yapılan saldırıların bir örneği, yani. 5-6 yıl sonra Yassıada duruşmalarını radyodan dinlerken duydum MİT’e çalışan B. Trakyalı bir Türk gencine bizimkiler attırmıştı Selanik ’teki ses bombasını, bu pogromu düzenleyebilmek için. Yine ortaya çıkmazdı da, on yıllar sonra öğrendim, Org. Mustafa Muğlalı 33 Kurşun olayının DP ’liler tarafından CHP’yi sıkıştırmak için 1950 ’de açığa vurulmuş olmasına karşı CHP ’nin intikam almak istemesi sayesinde ortaya dökülmüştü. Emret Lefter abi...’O yaşta nereden bilecektim; yıllar sonra E. Org. Sabri Yirmibeşoğlu’nun övünmek istemesi sayesinde öğrendim “6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Amacına da ulaştı. Sorarım size, muhteşem bir örgütlenme değil miydi? ” Tempo Dergisi, s. 24, 9-15 Haziran 1991, s. 24; Fatih Güllapoğlu, Tanksız Topsuz Harekat, Tekin Yayınevi, 1991, s. 104. “Beni mutlu eden yine Fenerbahçeli taraftarlar oldu. Kartal’dan bir motor dolusu Fenerbahçeli geldi, Emret Lefter abi, kim yaptı öldürelim onları’ diye. Yine bazı devlet adamları duymuş ve çok üzülmüştü. Benden isim istediler. Ama ben, evi basanların hepsini tanımama rağmen tek bir isim bile veremedim. Unuttum gitti. Birkaç çapulcunun yaptığını memlekete mal edemem ki; ben bu memleketin çocuğuyum ”.Bu memleketin yetiştirdiği en efendi, en büyük futbolcu olan Lefter bilemezken, on yaşındaki çocuk mu bilecekti bunun tipik bir pogrom olduğunu?Saldırı sonrası dükkanlarını terk edemeyen tüccarlar saldıran adamı hiç unutamıyorum! İnkılap Kitabevi’nin 63 yıllık çalışanı Onnik Şenorkyan ve Rumlarla ilgili çok sayıda araştırması bulunan Fındık lakaplı Ahmet Tanrıverdi, 6-7 Eylül olaylarında yaşadıklarını Milliyet’e anlattı SAMET AKTEN İstanbulOnnik Şenorkyan “6-7 Eylül olaylarının yaşandığı tarihte 16 yaşındaydım, elektrikçilik yapıyordum. Ben, annem, babam ve halam Kumkapı’daki Kurban Sokak’ta 13 numaralı evde oturuyorduk. O gün yaşanılanları daha dün gibi hatırlıyorum. Babam o dönem rahatsızlığından ötürü çalışamıyordu. Sıcak bir eylül günü akşamüzeri işten çıktıktan sonra evin avlusunda yeğenimle muhabbet 7 gibi avluya komşu teyze girdi ve Beyoğlu’nda dükkanları, işyerleri kırıp döküyorlarmış’ dedi. O an aklımdan hiçbir şey geçmedi. Saat 10’a doğru sokağımızda bir hareketlilik başladı. Daha önce hiç görmediğimiz bir sürü insan dolmuştu sokağa. Çok geçmeden yaklaşık 40-50 kişilik bir grup kapımıza Caddesi üzerindeki dükkanlara saldıranlar veyağmalamaya çalışanlar çıkardıkları malları ortalığa saçarken. İnanılmaz bir geceydiPencerelere taş atıyorlar, kapımıza sopalarla vuruyorlardı. Dışarından küfürler, bağırışmalar geliyordu. O an çok korkmuştum çünkü babam yatalak hastaydı ve içeri girerlerse ne yaparım diye düşünüyordum. Tam o sırada halamın dikiş diktiği Türk komşularımızdan birinin eşi bizim eve Recep’ti onu hiç unutamıyorum. Saldırgan güruha Buradan gidin, bu evdekiler bizdendir’ diye bağırdı. Eğer o gelip bizi kurtarmasaydı sonumuz çok kötü olacaktı. Allah ondan razı olsun. Sabah olup da dışarı çıktığımızda sokakta adım atacak yer kalmamıştı. Sokakta piyanolar, yataklar, koltuklar, tabak, çanak, her şey vardı. Kumkapı sahilinin oradaki kilisenin çanını söküp yolun ortasına atmışlar. İnanılmaz bir geceydi. Çok acılar çektik.”Ahmet Tanrıverdi “6 Eylül günü birçok insanın yediği içtiği ayrı gitmeyen Rumların dükkanlarını yağmaladıklarını gördüm. O gün akşam saatlerinde Büyükada’daki evimizden çıkmış saatli kulenin orada duyurularının yapıldı camekanda İstanbul Express gazetesinin Atatürk’ün evine bomba atıldığına ilişkin manşetini gördüm. 5-10 dakika sonra adalı abilerimiz yanımıza gelip bize evlerimize gidip dışarı çıkmamamız gerektiğini söylediler. Eve döndüğümde pencerenin kenarına oturup sokağı izlemeye koyulmuştum ki karşı sokaktan yakından tanıdığım bir adam elinde odunla çıktı ve adanın ünlü lokantalarından Faço Lokantası’nın pencerelerine vurmaya anlayamadıİçerideki insanlar canhıraş bir şekilde kaçışmaya başladılar. Bizim sokak iki dakika içinde onlarca insanla doldu. Herkesin elinde levyeler, baltalar, odunlar Rumlara ait ev ve işyerlerine saldırıyorlardı. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Yalnız Faço Lokantası’na saldıran o adamı hiç lokantanın sahibi Petro Yovanoğlu ile yediği içtiği ayrı gitmeyen biriydi. Onun böyle bir şey yapabildiğine şahit olduğum için bile iğreniyorum. Çünkü olaylar bitip bu adam gözaltına alındığında Petro, “O benim dostumdur, bana böyle bir şey yapmaz” deyip onu kurtarmıştı. Adada dürüst saygın dediğimiz bir sürü adam o gün her gün selamlaştıkları Rumların evlerini işyerlerini talan edip yağmaladı. Sokaklarda kiliseye yürümek isteyen kalabalık Papazı sünnet edeceğiz’ diye slogan atıyordu. Öte yandan olaylar bittiğinde adada 6-7 Eylül zenginleri’ diye bir tabir ortaya çıktı. Rumların işyerlerinden yağmaladıklarıyla ev, araba alanlar oldu. O gün Türkiye tarihin en utanmaz, en unutulmaz senaryolarından birini yaşadı.”YARIN SAMİM AKGÖNÜL’ÜN 6-7 EYLÜL OLAYLARI?İLE?İLGİLİ?İZLENİMLERİ. Eylül 1955 günü saat Devlet Radyosu, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve yapılan bombalı bir saldırı haberini duyurdu ve bu haber öğleden sonra İstanbul Ekspres Gazetesi’nin iki ayrı baskısıyla yayıldı. Aynı günün öğleden sonrasının geç saatlerinde, çeşitli öğrenci birliklerinin ve Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin KTC çağrısı doğrultusunda, Taksim Meydanı’nda bir protesto mitingi düzenlendi. Bu mitingin ardından, bazı gruplar İstiklal Caddesi’nde bulunan gayrimüslimlere ait işyerlerinin camlarını taşlamaya başladılar. Kısa sürede Taksim civarındaki gayrimüslimlerin geleneksel ikamet ve iş çevresi olarak bilinen Beyoğlu, Kurtuluş, Şişli, Nişantaşı gibi bölgeler, çeşitli araç gereçlerle donanmış olarak gelen, iş yerlerini, evleri, okulları, kiliseleri ve mezarlıkları tahrip eden insan yığınlarının akınına uğradı. Aynı biçimde, İstanbul’un Eminönü, Fatih, Eyüp, Bakırköy, Yeşilköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek gibi daha uzak semtlerinde, kentin Asya kıtasında yer alan Moda, Kadıköy, Kuzguncuk, Çengelköy gibi semtlerde ve hatta Adalar’da şiddet olayları meydana geldi. Bu saldırılara aşağı yukarı 100 bin kişinin katıldığı düşünülmektedir. Ancak olaylarda galeyan halindeki toplumun hedefi sadece Rum azınlık olmamış, aynı zamanda gayrimüslim diğer azınlıklar da yaşananlardan pay almıştır. 1975 yılında Türkiye’den ayrılarak Yunanistan’da yaşamaya başlamış, orada Yeditepe Gazetesi’nin sahibi ve başyazarı olan Mihalis Vassiliadis olayların başlangıcını şöyle anlatır “O zaman 15 yaşındaydım ve Tahtakale’de Rızapaşa 19 numarada bir tanıdığımızın yanında çalışıyordum. O dönem dükkanların yüzde ellisi gayrimüslimlere ait idi. Saat ikiye doğru daha Selanik’teki bomba haberi duyulmadan evvel ortalık yavaş yavaş karışmaya başlamıştı. Türk dükkan sahipleri yanımıza gelip bize şöyle diyorlardı Dükkanlarınızı hemen kapatıp eve gitseniz iyi olur.’ Saat beşe doğru gayrimüslimlere ait tüm dükkanlar kapanmıştı. Tahtakale’de inanılmaz bir kalabalık birikmişti. Ne araba, ne otobüs, ne de tramvay geçebiliyordu. Eminönü’nde küçük gruplar halinde adamlar bekliyordu. Bankalar Caddesi’nde durum aynı idi. Karaköy ve Kuledibi’nde yine grup grup bekleşen adamlara rastladım. Taksim Meydanı ise artık iğne atsan yere düşmeyecek hale gelmişti. O sıra İstanbul Ekspres gazetesi çıktı. Beklenen haber gelmişti. Birden ortalık karıştı, sesler yükseldi. Saldırılar artık başlayabilirdi.” Göstericiler, halkı tahrik etmek için ya Kıbrıs sorununu kullanıyor ya da halk arasında mevcut olan gayrimüslim antipatisini körüklüyordu. Bunun yanında, kahvehanelerde oturan erkeklerin doğrudan saldırılara katılması talep ediliyordu. Yervant Gobelyan şöyle diyor “Beyoğlu’nda sabaha kadar açık olan bir kahve vardı. Oraya genelde belediye otobüslerinin şoförleri ve biletçileri giderdi. Orada vardiya zamanlarını beklerlerdi. O akşam birisi içeri daldı ve onlara bağırdı Siz ne biçim Türksünüz! Tüm halk ayaklandı siz daha hala oturmuş burada kart oynuyorsunuz.’ Hemen birçok kişi kalktı ve saldırganların arasına karıştı.” Hatta, yayalar ve izleyiciler, doğrudan hitap edilerek harekete geçirilmeye çalışılıyordu. Grup önderlerinin görevi, her şeyden önce, tahrip edilecek nesneleri keşfetmekti. Bunu yapmak için çeşitli yöntemlerden yararlanıyorlardı. Bir kısmında, gayrimüslimlerin ev ve işyerlerinin adreslerinin yazılı olduğu listeler bulunuyordu. Suphi B şöyle diyor “Bir Rum arkadaşımın dükkanının önünde elimde bir Türk bayrağı ile nöbet tutuyordum. Ellerinde bir listeyle geldiler. Onlara bu dükkanın bir Türk’e ait olduğunu söyledim. O bunun imkansız olduğunu, çünkü ismin listede olduğunu belirti. Ben de o zaman listede bir hata olmuştur dedim. Ellerindeki listelerde tüm cadde isimleri ve ev numaraları vardı. Kendi aralarında sürekli birbirlerine talimat veriyorlardı. Bu ev bir Rumun, şu Ermeninin, bu dükkanı yağmalayın, şu eve girin diye.” Daha uzak semtlerde yaşayan gayrimüslimlerin ev ve işyerleri bile, adresler sayesinde kolayca bulunabiliyordu. Tarihi Yarımada’da özellikle Eminönü’nde, bu yöntemle, kapısında isim ya da numara olmayan büyük binaların dördüncü, beşinci katlarındaki Rumlara ait eşya depolarına dahi zarar verilebildi. Olayların başlamasından birkaç hafta önce ilgili mahallelerin muhtarlarından ev ve işyerlerinin adresleri istenmişti. Fransız Konsolosluğu’nun bir raporuna göre, daha 2. Dünya Savaşı sırasında, özel bir birlik tarafından, herhangi bir çatışma durumunda daha kolay nötralize edilmelerini sağlamak amacıyla, gayrimüslim azınlıkların adresleri kaydedilmişti, ayaklanmalar sırasında bu bilgilerin kullanılmış olması olasılığı düşünülüyor. Ayaklanmalardan kısa bir süre önce, gece bekçileri bazı sakinlerden duvarlardaki ev ve işyeri numaralarını belirginleştirmelerini istedi. Yine gayrimüslimlere ait bazı ev ve işyerleri ise, bir haç figürü, GMR Gayrimüslim Rum gibi kısaltmalar ya da Türk değil, Türk gibi tanımlamalarla işaretlendi. Müslüman halk ise ev ve dükkanlarına Türk bayrakları asarak ve tüm ışıklarını yakarak, kendi mülklerini korumaya çalışıyordu. Yalnızca bazı istisnai durumlarda hedef oluyorlardı. Türk bayrağını ya da haftalardır dağıtılmakta olan Kıbrıs’ın Türk olduğunu gösteren haritayı zamanında gösterebildiklerinde veya duvara Kıbrıs Türktür yazdıklarında, kendilerini kurtarabiliyorlardı. Bazen de trajikomik yöntemlere başvurulabiliyordu. Tünel’de Cevat Bey’e ait bir kumaş dükkanı bulunur; onun işyeri yağmalamaya başlayınca, adam hemen pantolonunu aşağı indirir ve sünnetli olduğunu gösterir, bu şekilde adamları durdurmaya çalışır. Kentin her yerinde yağmalar aynı yöntemle gerçekleştirilmişti. Dükkanlar söz konusu olduğunda saldırganlar önce vitrinleri taşlayarak parçalıyor ya da vitrinlerin önündeki demir parmaklıkları kaynak makineleri veya tel makasları yardımıyla açıyordu. Sonrasında, saldırılan yer küçük bir imalathaneyse alet ve makineler ya içeride ya da dışarı çıkartılarak sokağın ortasında paramparça ediliyordu. Saldırıların başlamasından kısa bir süre sonra, İstanbul’un caddeleri dükkanlardan çıkarılan çeşitli eşyalarla dolmuştu. Özellikle Galatasaray’la Tünel arasındaki caddeler tamamen kumaş artıkları ve kürk parçalarıyla doluydu. Caddelerde buzdolapları, elektrikli süpürgeler, pastalar, şekerler, kumaş topları, gömlekler, kravatlar ve bir manavın artıkları vardı. Özellikle apartmanlara ve evlere yönelik saldırılar, gayrimüslimler arasında büyük korku ve paniğe yol açmıştı. Evlerin önce camlarına taş atılıyor, sonra giriş kapıları baltalar ve demir çubuklarla kırılıyor, sonrasında ise evin içinde ne varsa gerekli aletlerle parçalanıyor ya da camdan dışarıya atılıyordu. Kiliseler de saldırılardan payını almıştı. Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edildiği ve yakıldığı gibi, bazen kilisenin tamamı ateşe verilmişti. Polis memurları, sadece Taksim’deki milliyetçi gösteri esnasında harekete duydukları sempatiyi göstermekle kalmamış, sonrasında kamu düzeni bozulduğunda ve şiddet olayları meydana geldiğinde de pasif bir tutum takınmışlardır. Bu tutumu yalnızca kalabalık halk kitleleri karşısında değil, sayıca küçük, ancak kararlı gruplarla karşı karşıya kaldıklarında da göstermişlerdir. İstanbul’un bazı semtlerinde, güvenlik güçleri, şiddet olaylarına tanıklık etmiş olmalarına rağmen karakolları terk etmemişler. Örneğin, Samatya Karakolu’nun komiseri ve polis memurları kendilerini karakola kilitleyerek, ancak ertesi günün erken saatlerinde tekrar dışarı çıkmışlar. Rum, Yahudi ve Ermenilere yönelik saldırılar sırasında Müslüman komşuları, gayrimüslimleri korumaya çalışmışlardır. Saldırganlar bedensel zarar vermemeleri için talimat aldıklarından, küçük çaplı direnmeler bile şiddet olaylarını engelleyebilmişti. Atatürk’ün doğduğu eve saldırıda bulunulduğu haberi, İzmir’de de yerel bir gazete tarafından yayıldı. Gece Postası günkü baskısında şu manşetle çıktı “Madem Yunanlılar Türk Konsolosluğu’nu bombaladı, öyleyse onların bayrağı da artık Konak Meydanı’nda dalgalanmamalı. Gerçekten de aynı akşam, uluslararası fuar nedeniyle Konak Meydanı’na çekilmiş olan Yunan bayrağı, bir saldırının hedefi oldu. Gençlerden oluşan bir grup, bayrağı “Kıbrıs Türktür! Gâvurlara ölüm!” nidalarıyla indirip yaktılar. Tıpkı İstanbul’da olduğu gibi İzmir’in Alsancak, Bornova ve Buca semtlerinde Rumlara ait ev ve işyerleri de saldırı ve yağmalamanın hedefi olmuştu.” Ankara’da ağırlıklı olarak yalnızca öğrenci protestoları gerçekleşmiş, ancak şiddet olayları meydana gelmemiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Ankara’daki gayrimüslim nüfus oranının çok düşük olmasıdır. 6 Eylül akşamı trenle Ankara’ya doğru hareket etmek üzere İstanbul’dan ayrılan cumhurbaşkanı Celal Bayar, hükümet üyelerinin birçoğu ve Başbakan Adnan Menderes ayaklanmaların boyutu konusunda bilgilendirilmişlerdi. Derhal geriye dönüp, örfi idare ilan ettiler ve birlik komutanlarına, silah kullanarak sükûnet ve düzeni sağlamalarını emrettiler. 1. Ordu Komutanı Vedat Garan Paşa, ikinci bir Mustafa Muğlalı olmak istemediği için bu ateş emrini reddetti. 6 Eylül akşamının son saatlerinde devreye sokulan birlikler şiddet olaylarını kontrol altına alabildiler; ancak, huzursuzluklar sonraki gün ve haftalarda, bölgesel düzeyde yeniden alevlendi. İçişleri Bakanı Namık Gedik, emniyetin başarısızlığı nedeniyle istifa etti ve yerine geçici olarak Savunma Bakanı Ethem Menderes atandı. Bakan Fuat Köprülü, vekaleten Savunma Bakanlığı görevini üstlendi. Aynı nedenlere dayanarak, Milli Emniyet Hizmetleri şefi MAH, İzmir Valisi, İzmir’de bulunan birliklerin komutanı, İstanbul Emniyet Müdürü ve üç general, iktidar tarafından görevden alındı. Milli Emniyet şefliğine Kemal Aygün atandı. Bunların dışında, yerel düzeyde bir dizi memurun, çıkan huzursuzluk ve bunlarla yeterince mücadele edilmemesinden sorumlu oldukları gerekçesiyle görev yerleri değiştirildi. Yaralılarla ilgili verilen rakamlar, 300 ile 600 arasında değişmektedir ve bu rakamlar yalnızca mağdurları değil, yaralanan suçluları da kapsamaktadır. Tahrip aşamasında, saldırganların bir kısmı yanlarında ilkyardım malzemeleri bulundurmuştur. Ellerinde tentürdiyot şişeleri ile halkın arasına karışan kişiler, yaralı olup olmadığını sormuş, arabalar sadece yaralı göstericileri hastaneye götürmüştür. Yaralı ve ölü sayısının genel tahribatın büyüklüğüyle karşılaştırıldığında görece düşük olması, bedensel saldırılardan kaçınılması yönünde bir talimatın varolmasına dayandırılabilir. Evlerde, özellikle Rum kadınlara tecavüz edilmiştir. Balıklı Hastanesi başhekiminin ifadesine göre, hastanede 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştür. Çok sayıda kadının bu durumu gizlemiş ve hastanede tedavi olmaktan kaçınmış olabileceği de düşünülürse, tecavüz kurbanlarının sayısının gerçekte daha yüksek olduğu söylenebilir. Hükümet, olaylar nedeniyle duyduğu derin üzüntüyü ifade eden açıklamasında, ayaklanmaların sorumluları olarak önce komünistleri ve hain provokatörleri gösterdi. Olaylarda Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin, öğrenci birliklerinin ve sendikaların rolü çok önemlidir. Bunun yanında İstanbul Ekspres Gazetesi ve Milli Emniyet Hizmetleri MAH saldırıların planlanmasındaki katkısı, öne sürülen delillere rağmen, sivil mahkeme tarafından da dikkate alınmaz. Oysa, MAH çalışanları hem Selanik’teki bombalama eylemine, hem de bu olayın sansasyonel biçimde 6 Eylül 1955 günü öğleden sonra İstanbul Ekspres Gazetesi’nde duyurulmasına katılmışlardı. Olayların sebepleri araştırıldığında çok çeşitli etkenlerin bulunduğu görülecektir. Bu bağlamada, konuyla ilgili ilginç bağlantılardan biri, İngiliz hükümetinin 6-7 Eylül olaylarının organizasyonunda bir payı olmasıdır. Bu durum çok net bir şekilde görülmüyor olabilir, ancak 1950’lerin başında bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs’ın Rum-Ortodoks halkının Yunanistan ile bütünleşme isteği, İngiliz hükümetini 29 Ağustos – 7 Eylül arasında Londra’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin katıldığı bir konferans düzenlemeye neden sevk ettiği sorusuna cevap aramak gerekmektedir. İstanbul’daki Alman ve İngiliz Başkonsolosluklarının raporlarına göre, hükümet tarafından en azından Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, İçişleri Bakanı Namık Gedik, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay saldırıların hazırlanmasına katılmışlardı; her şeyden önce amaç, Londra Konferansı üzerinde baskı oluşturmak ve dikkatleri iç politikadaki sorunlardan uzaklaştırmaktı. Ancak, yabancı gözlemcilerin hemfikir oldukları bir başka nokta, olayların vardığı boyutun hükümet üyelerinin kendileri için de büyük bir sürpriz olduğudur. Amerikalı diplomatların, Türk hükümetinin 6-7 Eylül olaylarında sorumluluğu olup olmadığı konusunda başlangıçta tereddüt etmeleri, Washington’a yollanan ilk raporlarda komünistlerin olası katılımından ve Emniyet teşkilatının sivil kargaşaları denetim altına almaktaki yetersizliğinden söz edilmesine neden olmuştur. Ancak, Amerikan Konsolosluğu’nun daha sonraki raporlarında, hükümetin saldırı hazırlıklarına katkısına değiniliyor ve güvenlik güçlerinin pasifliği yetersiz donanımlarına ya da beceriksizliklerine değil, hükümetin olaylara müdahale edilmemesi konusundaki talimatına dayandırılıyor. 27 Mayıs 1961 ihtilali sonrasında basında Menderes ve DP liderleri hakkında öne sürülen çeşitli itham ve iddialar günlerce yayınlanır. Bu iddiaların en ciddisini Fuat Köprülü sarf etmiştir. Köprülü 6-7 Eylül olayları hakkında basına vermiş olduğu beyanatta şöyle der “Hadiseler Fatin Rüştü Zorlu’nun ilhamı ile Menderes ve Gedik tarafından tertiplenmiştir. Ata’nın Selanik’teki evini Menderes bombalatmıştır. Meselenin tahkik edilmesini, mesullerini bir an evvel meydana çıkartılmasını istedikçe Menderes’in işi kapatmaya çalıştığını gördüm.” Bu açıklama üzerine Atina, Demokrat Parti ileri gelenlerini yargılamak için Ankara’dan talepte bulunur. Milli Birlik Komitesi Yüksek Soruşturma Kurulu bunun üzerine, Adnan Menderes, Celal Bayar, Fatin Rüştü Zorlu hakkında olayların gerçekleşmesinde, tahrik, teşvik ve aktif rol aldığı iddiası ile Fuat Köprülü, Fahrettin Kerim Gökay, Alaettin Eriş, Kemal Hadımlı, Mehmet Ali Balin, Mehmet Ali Tekinalp, Hasan Uçar, Oktay Engin’in de yargılanmasını ister. Mahkeme, Bayar, Menderes ve eski Dışişleri Bakanı Zorlu, ayaklanma emrini vermekle, eski Başbakan Yardımcısı Fuat Köprülü, planı desteklemek ve mecliste hükümetin kanunsuz hareketlerini savunmakla, eski Selanik Türk Konsolosu ve o sırada orada okuyan bir Türk öğrenci olan Oktay Engin ayaklanmaları doğuracak olaylara sebebiyet vermekle suçlar. Kaynak 6-7 Eylül Olayları, 6-7 Eylül Olaylarının Ulus ve Zafer Gazetelerinde Temsili Atatürk’ün Selânik’teki evine yapılan menfûr suikast üzerine Türk Milleti Hakareti Hazmetmedi! Dün yüz binlerce kişinin iştirakiyle İzmir ve İstanbul’da Yunanlılar aleyhinde büyük nümayişler yapıldı. 1955, Demokrat İzmir Demokrat İzmir “Sabahları çıkan siyasi gazete” Toplumun bir kesimi nasıl olur da başka kesimi düşman olarak algılar? 1955 yılının 6 Eylül günü başlayıp, 7 Eylül’e uzanan zaman dilimi, Cumhuriyet tarihinin kara bir parçasıdır. Ekümenik Patrik I. Bartholomeos, geçen sene birinci cildini çıkarttığımız Patriklik fotoğrafçısı Dimitrios Kalumenos’un Objektifi’nden 6/7 Eylül 1955 kitabının tanıtımındaki konuşmasına bu sözlerle başladı. Tam da Cumhuriyet tarihine yeni kara sayfalar eklenirken. Beyoğlu Meryemana Rum Ortodoks Kilisesi’nde 9 Eylül 2015’te yaptığımız kitap tanıtımı “Teröre karşı mitingler” düzenlenirken gerçekleşiyordu. Tam da bu süreçte Patrik Bartholomeos, 6/7 Eylül üzerinden mesaj veriyordu tüm topluma — Rumların ölüsüne, dirisine, inancına, eğitimine, gündelik hayatına ve ekonomisine ait, elle tutulan her şeye, karşı bir nefret ile harekete geçen topluluklar, önlerine çıkan her şeyi mahvettiler. Şehir merkezinden uzaklara ise cana ve ırza kastettiler. Kilise ve ibadethanelerimizin 70’i müthiş tahribata marûz kalmış, kısmı âzamı ateşe verilmiştir. Mukaddes kilise eşyası ve evâni tahrip edilmiştir. Aziz tasvirlerimizin gözleri oyulmuştur. Ölülerin mezarı açılmış, henüz defnedilen ölüler parçalanmıştır. Ölülerin kemikleri istirahatgâhlarından çıkarılarak etrafa atılmış ve ateşe verilmiştir. M. Hulûsi Dosdoğru, 6/7 Eylül Olayları, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 1993 KADINLARA TECAVÜZ RAHİPLERE ZORLA SÜNNET Bazı kadınlar tecavüz edildikten sonra öldürüldü. 90 yaşındaki rahip Hrisantos Mantas diri diri yakıldı. Rahip bıçak zoru ile sünnet edildi. Onlarca kişi linç edildi. CELAL BAYAR Selânik’te bir bomba patlarsa, İstanbul ve İzmir rumlarının halini o zaman görürsünüz. Hükûmet bu hususta kararlıdır. Akis, Sayı 327, Ankara, 4 Kasım 1960, s. 27 Yalnızca İstanbul’da değil, İzmir ve Ankara’da da benzer olaylar yaşandı, üstelik Urfa, Mardin, Midyat’ta da Süryanilere saldırıldı. Twitter yoktu fakat iletişim güçlüydü. Yunanca/Rumca επεμβριανά / Septemvriana / Eylül Olayları denilen Türkiye’de 6/7 Eylül Olayları olarak anılan pogrom için tüm kesimler fail olmakla; gizli güçler ve komünistler ise planlayıcılar arasında bulunmakla suçlandı. Bazıları sadece itham edildi, bazıları ise yargılandı. 4 bin 214 ev, 73 kilise, 26 okul, 1 sinagog, işyeri ve dükkan benzeri toplam 5 bin 317 mekan yakıldı, yıkıldı, yağmalandı. [Kaynak Speros Vryonis] 1958 yılının 29 Ocak’ında Türkiye’deki tüm gazetelerin birinci sayfasında şöyle bir haber vardı Dimitrios Kalumenos sınırdışı edildi! Hürriyet başta olmak üzere Türk basınına göre Kalumenos bir “Türk düşmanı”ydı. En tehlikeli bağlantısının patrik ile yakın olması öne sürülmüştü. Kilise içinde kutsal eşyalar tahrip edilmiş, İsa tasvirlerinin gözleri oyulmuştur. Haçlar kırılmış, mezarlar açılıp cenazelerin kemikleri ortalığa saçılmıştır. Yeni gömülmüş bir cenaze ağaca asılarak karnına Türk bayrağı saplanmıştır. 9/8/67 sayılı Resmî Gazete’de şunlar yazıyordu. Dimitri Kalumenos tarafından yazılıp 1966’da Atina’da İngilizce ve Rumca basılan “Hıristiyanlığın Çarmıha Gerilişi” ve aynı yazara ait “Gültepeleri, Türkiye’den Hakikî Hikâyeler” adlı kitapların Yunanistan’da yayımlanan Yeni Ocak adlı Rumca derginin bundan sonra çıkacak olan nüshalarının Türkiye’ye sokulması ve dağıtılmasının yasak edilmesi 5680 sayılı kanunun 31’inci maddesine göre Bakanlar Kurulu’nca kararlaştırılmıştır. Celal Bayar, İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu fazla kaçırdık” dediği olaylarda 11 kişi hayatını kaybetti. Dimitros Kalumenos Objektifi’inden 6/7 Eylül Olayları adlı kitaptan alıntı. İnsan Hakları Derneği İHD İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyonu 63. yılını dolduran 6/7 Eylül pogromuyla ilgili şöyle bir açıklama yaptı “6/7 Eylül 1955 kitlesel pogromu sırasında neler olduğunu bu ülkede resmi tarihi reddeden herkes artık biliyor” denilen açıklamada “Ellerinde Türk bayrakları, kamyonlarla taşınan kalabalık grupların başta Rumlar olmak üzere Yahudi, Ermeni, Müslüman olmayan yurttaşların ev ve işyerlerine saldırdığı, 40 kilometrekarelik bir alanda yaktığı, yıktığı, yağmaladığı, linç ettiği, tecavüz ettiği, öldürdüğü çok yazılıp çizildi.” Birinci kitabı satın almak için buraya, ikinci kitabı satın almak için şuraya tıklayın. Kaynak Dimitrios Kalumenos’un Objektifinden 6/7 Eylül Olayları ➤➤ 6/7 Eylül 1955 ile ilgili başka bir konuya gitmek isterseniz tıklayın Türkiye Cumhuriyeti devletinin geçmişte kalkıştığı, ve sonradan "muhteşem bir örgütlenme" olarak anılan ve bir türlü hakkıyla yüzleşemediğimiz, bu nedenle de, yaşananlar ve sonuçları bakımından vicdanımızı derinden sızlatan "6-7 Eylül Olayları"nın 58. yıldönümündeyiz. Başta planlananın çok ötesine sıçrayan, biraz da bu nedenle, tertipleyenlerin eline yüzene bulaştırdıkları ve devletin faş olmasına neden olan bir örgütlemedir 6-7 Eylül. Özellikle Istanbul ve İzmir’de, başta Rum’lar olmak üzere gayrimüslim vatandaşlara kabus gibi iki gün yaşatan bu olaylara, Türk ulus-devletinin kuruluş sürecinde uygulanan politikaların aslında bir devamı niteliğinde fakat, biraz aceleye gelmiş, sonuçları beklentileri aşmış bir örgütlenme olarak bakmak da mümkündür. Ne oldu 6-7 Eylül 1955’te? 1955 yılına bakarsak, ülke gündemindeki en önemli madde Kıbrıs sorunudur. Grivas önderliğindeki EOKA, adada yaşayan İngiliz ve Türklere karşı terör saldırılarına başlamış, saldırılar kamuoyunda büyük bir öfkeye neden olmuştur. Bu sırada İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı konuyu görüşmek üzere Londra’da toplanacak üçlü bir konferansa davet etmiş, Konferans 29 Ağustos’ta başlamış ve Dış işleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu Türkiye’yi temsilen yerini almıştır. Basın ve siyasi çevreler tarafından çok önceden başlatılan, Rum vatandaşlarını ve Yunanistan’ı hedef alan kampanyalar yürütülmektedir. Kıbrıs Türktür Cemiyeti ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu TMTF kampanyalara katılan ve ön plana çıkan iki örgüttür. KTC başkanı Hikmet Bil, Hürriyet Gazetesi yazarı ve hükümetle yakın ilişkileri olan bir kişidir. Yönetim kurulu üyelerinin de hem basınla, hem hükümetle hem de Milli İstihbaratla ilişkileri bilinmektedir. "Türkiye Türklerindir" alt başlığıyla çıkan Hürriyet gazetesi, Yeni Sabah ve İzmir’de yayınlanan Gece Postası gazeteleri yoğun bir Fener Rum Patrikhanesi ve Yunanistan aleyhtarı yayın yürütmektedirler. Zorlu’nun Londra’dan gönderdiği ve konferansta, Türk kamuoyunun güçlü sesinden söz ederek elini güçlendirmek istediğini belirten telgrafı Hikmet Bil’le paylaşan Menderes, aslında olaylar için adeta başlat komutu verir. 5 Eylül tarihli gazetelerde üç Rum casusun yakalandığı haberi çıkar aynı gün Taksim’de bir Rum genci dövülür, bazı Rum gazeteler yakılır ve “Kıbrıs Türktür” yazılı bir pankart Patrikhane’ye bırakılır. Ortam oldukça sıcaktır. Beklenen Kıvılcım Selanik’ten Gelir 6 Eylül günü öğlen saatlerinde radyolar, Selanik’te Atatürk’ün evinin bombalandığını duyurdu. Gerçekte bahçeye atılan küçük çaplı bir patlayıcı binanın iki camını kırmıştı sadece Demokrat Parti ve Milli istihbaratla yakın ilişkide olan Istanbul Ekspres gazetesi, bu haberle normal tirajının çok üstünde baskı yapar. Bunun için önceden kağıt stoğu yaptığı iddia edilmiştir Öğleden sonra ellerinde tek tip sopalarla harekete geçen gruplar Önce İstiklal’de gayrimüslimlere ait işyerlerini taşlamaya ve yağmalamaya başlarlar. Yağma kısa sürede, diğer semtlere de yayılır. Sonradan tanıkların anlattıkları, grup liderlerinin ellerinde listelerin olduğunu ve buna göre hareket ettiklerini, bazı ev ve işyerlerinin önceden tebeşirle işaretlendiğini, cana zarar vermemek üzere uyarıldıklarını gösterir. Bu sayede az can kaybı, bol tecavüz olmuştur. Benzer eylemler İzmir’de de başlar. 6 Eylül gecesi olaylar artık çığırından çıkmıştır yağma ve zorbalık akıl almaz boyutlara ulaşmış ve kontrol kaybedilmiştir. Hükümet 6 Eylül’de İstanbul, Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim ilan eder. Ama iş işten geçmiştir, yıllardır gayrimüslimlere karşı öfkeyle yetiştirilen kitleler, kontrolsüzlüğün ve yağmanın da tadını alınca durdurulamamışlar, saldırılar İstanbul’da 7 Eylül’de de aynı hızla devam etmiştir. "Dozu kaçmış" bilanço Celal Bayar’ın, İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Galiba dozu kaçırdık” dediği olaylarda, “Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 ölü sayısı resmî rakamlara göre 30, gayri resmî rakamlara göre 300’dür. Sadece Balıklı Hastanesi’nde 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi görmüştür. Tecavüze uğrayanların 200’ü aştığı sanılır. 200 bin kişilik güruhun katıldığı tahmin edilen bu harekâtta, ölüm olaylarının az olması ve saldırganların en ufak bir direnişte geri çekilerek başka hedeflere yönelmesi, hükümetin bir katliam planlamadığını, amacın başta Rumlar olmak üzere gayrimüslimleri ekonomik olarak güçten düşürmek, sonra da korkutarak ülkeden kaçırtmak olduğunu düşündürür. Olaylar sırasında, resmî rakamlara göre aşkın, gayri resmî rakamlara göre 7 bine yakın bina saldırıya uğrar. ABD Başkonsolosluğu’na göre saldırıya uğrayan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Musevilere, yüzde 10’u Müslümanlara; evlerin yüzde 80’i Rumlara, yüzde 9’u Ermenilere, yüzde 5’i Müslümanlara, yüzde 3’ü Musevilere aittir. Ayrıca İsveç Büyükelçiliği binası ile Fransız, İtalyan, Avusturya ve Almanlara ait işyerleri ile Ermeni ve İngiliz mezarlıkları da saldırılardan nasibini almıştır. Hasarın mali portresi konusundaki en düşük tahmin o günün değerleriyle 150 milyon lira, en yüksek tahmin 1 milyar liradır. “ Ayşe Hür, 6-7 Eylül’de devletin muhteşem örgütlenmesi’,Taraf Gazetesi , Hükümet olayların ardından özür dileyerek zararların ödeneceğini söyler, hemen ardından komünist avına başlar, tanınmış solcuları tutuklar fakat gelen tepkiler üzerine serbest bırakmak zorunda kalır. Dava gerçek suçlulara dokunamadan kapanır. 1960 darbesi sonrasında yeniden açıldığında ise devlet olup biteni, büyük bir öfkeyle yargıladığı siyasetçiler üzerine yıkarak kendini temize çıkarır. Peki bu ilk miydi? Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Anadolu’nun Türk’leştirilmesi Kemalist ideoloji tarafından vazgeçilmez bir politika olarak benimsenmiş, yasalar ve uluslar arası sözleşmelerde bir takım azınlık hakları garanti edilmesine rağmen, yapılan mübadele anlaşmalarıyla azınlıklardan kurtulma, kalanlar için de yoğun bir asimilasyon politikası izlenmiştir. Bütün politikalarını Türklük üzerine kuran devlet, modernleşme projelerinin ancak bu şekilde gerçekleşeceğini hesaplamıştır. Bu yaklaşım hem ekonomik hem de siyasal olarak, Türk olmayan azınlıkları engel olarak görmüştür. “Hükümetin özellikle ekonomi politikası alanında aldığı önlemler, Türk unsurun taşıyıcı öğe olarak düşünüldüğünü gösterir. Nitekim 1942 yılında yürürlüğe giren Varlık Vergisi, Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin ekonomideki liderliğine son vermeyi hedeflemiştir. Devletin zorunlu göç ve iskân politikaları da bu homojenleştirme çabalarıyla bir arada değerlendirilmeli, dolayısıyla, 1934'teki, 'Trakya olayları' olarak bilinen ve Yahudileri zorunlu göçe sevk için yapılan saldırılar ile 1930'larda Kürtlere uygulanan iskân politikaları da bu bağlamda ele alınmalıdır. Aynı dönemde, 1929-1934 arası Anadolu Ermenilerinin Anadolu'nun merkezlerine ve ardından İstanbul'a göç ettirilmesinin amacı ise gayrimüslimleri tümüyle Anadolu'dan uzaklaştırıp İstanbul'da toplamaktır. 1946' da yazıldığı düşünülen bir CHP azınlık raporu bunu açıkça ifade eder. Rapora göre, 1950'lere kadar Anadolu, Yahudi ve Hıristiyanlardan temizlenmeli ve sonra İstanbul, Yunanistan'la olan bağları ve nüfusun çokluğu nedeniyle Rumlardan arındırılmalıydı.” Dilek Güven 6-7 Eylül Olayları, Radikal, 06/09/2005 Uygulanan bu politikaların sonraki yıllarda da bitmediğini, kesintisiz bir devlet politikası olarak hep devam ettiğini söylemek için bazı satır başları verebiliriz1964 yılında Rum vatandaşların Yunanistan’a göçe zorlanması, 2000’li yıllarda Milli Güvenlik Kurulu toplantılarının önemli bir gündem maddesinin misyonerlik olması, Trabzon’da öldürülen rahip, Hrant Dink cinayeti, Malatya’daki Zirve Yayınevi cinayetleri ve son olarak ortaya çıkan devletin Lozan’dan bu yana Ermeni, Rum, Yahudi vatandaşlarını nüfus kayıtlarında numaralandırmış olması ve bu numaraların hala kullanılıyor olması... Yazımızı, olayların yönünü ve boyutunu ve faillerini ele verecek alıntılarla bitirelim. Canlı Tanıklar "Çok, çok fena. O zaman ben evliydim, iki yaşındaydı Lula. Sarıyer Yenimahalle'de yazlıktaydık. İstanbul'dan haber geldi, Beyoğlu yanıyor. Saat sekiz, sekiz buçuk filan. Taş dolu bir kamyon geldi. Kamyonun içinden 10-15 kişi çıktı, ilk evvela gazinoyu kırdılar, bir şey bırakmadılar. Bir araya toplandık, zangoç vardı, karısı ve oğluyla; papaz vardı kızları ve karısıyla beraber. Başladılar dışarıdan camları kırmaya, taş atmaya. Aman n'apalım derken artık karanlık da oldu. Arka tarafta bir Türk ailesi oturuyordu, biliyordu o ne olacağını. Hemen papazın kızlarını aldılar, pencereden. Ben Lula'yı şiltenin altına koydum, çocuğu öldürecekler. Taşlar yağmur gibi geliyor. Evin kapısına geldiler. Onu da tekmeyle kırdılar. Babam hemen oda kapısını açtı. Türkçeyi Türk gibi konuşuyordu babam. 'Kırıyoruz' dedi, 'Kıbrıs için. Helal olsun, vatana helal olsun' dedi, gelenler. 'Beni, karımı, kızlarımı öldürün' dedi babam. 'Yok, öldürmeye iznimiz yok' dediler, 'kırmaya iznimiz var.' İsmini sordular, 'Kemal' dedi babam. 'Afedersin, Kemal ağabey' deyip gittiler. Bakkala gittiler, bakkal da diyor ki, 'Hangi Kemal? Bu Koço'dur, Rum'dur.' Tekrar geldiler. Radyo ve buzdolabını pencereden aşağı attılar. Yataklar, elbiseler, gardırobun içinde bir şey kalmadı. Yani biz kaldık. Titriyorduk, 'Kırın' diyordu babam, ne yapsın, 'kırın, atın, helal olsun, atın!' Kırdılar, vurdular, gittiler. Papazın kızlarını istediler. 'Burada yoklar' dedik. Papazı aldılar, bir motosikletin üstüne bağladılar, yol boyunca çektiler." Aynı saatlerde, kocası bir an önce ailesinin yanına gelmek üzere Sirkeci'den yola çıkar. "O akşam kocam işteydi. Saat üçte geldi; Sirkeci'den, Yenimahalle'ye yayan geldi. O da kırıp yırtıp da geliyordu, ne yapsın. Kırmayan, yıkmayan gâvurdur, diye düşünüyorlardı." Tarihe Bin Canlı Tanık projesi kapsamında 74 yaşındaki ev kadını ile yapılan görüşmeden aktaran Dilek Güven, 6-7 Eylül Olayları, s. 14-15 “Tünel’de Cevat Bey’e ait bir kumaş dükkânı vardı. Adam Türktü, ama onun da işyerini yağmalamaya başladılar. Adam hemen pantolonunu aşağı indirdi ve sünnetli olduğunu gösterdi. O da bu şekilde adamları durdurmaya çalıştı. s. 17 “Yayamın evindeyken orada gördüklerime inanamadım. Kapılar ve pencereler artık yoktu. Buzdolapları, dolaplar, aynalar parçalanmış ve evinin önüne yığılmıştı. Yataklar, yorganlar kesilmiş, yünler her tarafa dağıtılmıştı. Elbiseler, ayakkabılar, örtüler, halılar lime lime edilmiş, yığınlar halinde tabak çanak binlerce parçaya bölünmüştü. Somya parçalanmış, avizeler, vitrinler, masalar, sandalyeler ve koltuklar baltayla kesilmişti. Yerde odun, kömür ve gaz, tuz ve şeker, yağ ve yumurtalardan bir birikinti oluşmuştu. Soba da tahrip edilmiş, bazı valizlerin içindekiler dahi makasla kesilerek kullanılamaz hale getirilmişti.” s. 19-20 "Anneme, Müslüman kadınlar gibi görünsün diye beyaz başörtüsü taktık. Pencereye bir bayrak uydurduk. Kapıya oturdum. Kalabalık bir grup önümden aktı. Kiminin elinde bir top kumaş, kiminde bir makine parçası vardı. Bütün cadde eşya doldu. Sadece Rum evlerini değil, tüm gayrımüslimlerinkini yağmaladılar. Yedikule Caddesi üzerindeki bir kiliseyi ateşe verdiler. Kıvılcımlar bizim evin üstüne düşüyordu. Caddede üç kişi durdu. Bizim eve bakıyorlardı. Yanlarına gittim, 'Bu evin sahibi Ermeni. Şimdi Florya'da yazlıkta. Aşağıda ben varım, hatırlatırım' dedim. Annem Müslüman bir kadın gibi kahve pişirdi. İçtik birlikte... Yağma saatler sürdü. Gece yarısına kadar kapıdan ayrılmadım. Sonraki gün dükkânıma gittim. Kepenkler kırılmış, dükkâna girilmişti. Benim dükkâna komşum Laz Mehmet girmiş. Sabahları birlikte çay içerdik. Çok ağrıma gitti.” Dilek Güven 6-7 Eylül Olayları, Radikal, 06/09/2005 İtiraf Gibi Özel Harp Dairesi ÖHD başkanı, Genelkurmay İstihbarat başkanlığı ve Milli Güvenlik Kurulunda üst düzey görevlerde bulunmuş emekli Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun gazeteci Fatih Güllapoğlu’na söyledikleri “Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’teki Kıbrıs Harekâtı. Eğer olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi? ... Adaya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler, halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular. Sonra 6-7 Eylül olaylarını ele al... -Pardon Paşam anlamadım, 6-7 Eylül olayları mı? -Tabii. 6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi? -E, evet Paşam!...” “Türk Gladio’su İçin Bazı İpuçları,”Tempo Dergisi, S. 24, 9-15 Haziran 1991 Yılmaz Murat Bilican [email protected] 06 EYLÜL 2017 , ÇARŞAMBA 10381955 yılında İstanbul İzmir ve Ankara’da birçok olay çıktı. Bu olaylar gayr-i müslimlere yönelik olup ülkeye ve insanlığa büyük zararlar tarihe 6-7 Eylül olayları olarak geçen ve özellikle İstiklal Caddesi’nde bulunan gayr-i müslim vatandaşlarımızın dükkanlarının ve evlerinin talan edilmesiyle sonuçlanan olayların yazarı Abdullah Muradoğlu’nun 6 Eylül 2000 yılında kaleme aldığı “Kan gövdeyi götürdü” başlıklı yazısından 6-7 Eylül ile ilgili olan bölümler şöyleOlaylar sırasında özellikle İstiklal Caddesi'nde birçok işyeri tahrip edildi.“Kan gövdeyi götürdü1955 yılında İstanbul, İzmir ve Ankara'da çıkan olaylarda gayr-ı müslimlere ait binlerce ev, işyeri ve ibadethanenin yakılıp yıkıldığı, üç kişinin öldüğü ve yüzlerce kişinin yaralandığı 6-7 Eylül Olaylarının izleri 45 yıl geçmesine rağmen hala hafızalardan dışişleri heyeti Londra'da Yunan temsilciler ve İngiliz yönetimi ile Kıbrıs konusunda bir çözüme ulaşmak için ağustostan itibaren müzakerelerde bulunuyordu. 1878'de geçici olarak İngiltere'ye bırakılan Kıbrıs'ın durumu 14 Aralık 1954'de Yunanistan'ın talebi üzerine yeniden gündeme gelmişti. Üç ülke arasında başlayan görüşmelerde Yunanistan Enosis'de direnirken Türk tarafı şiddetle bu tezin sonra gayr-i müslimler yurt dışına göçmeye başladı.…Türk heyeti Londra'da Yunan teziyle boğuşurken, 4 Eylül'de Londra'daki Kıbrıslı Türkler bir gösteri yaparak Yunanistan'ı protesto ettiler. Kıbrıs Türk Kalacak Cemiyeti ve öğrenci dernekleri de günlerdir Yunanistan aleyhinde nümayişler gerçekleştiriyorlardı. Bütün bu gösteriler, Londra'daki görüşmelerde Yunanistan'a taviz verilmemesini sağlamaya Eylül günü mutad haberlerini veren Ankara Radyosu'nda, "Atatürk'ün Selanik'teki evi bombalandı" cümleleri beklenen kıvılcımdı. O gün İstanbul'da yayımlanan İstanbul Ekspres gazetesinin Atatürk'ün evinin Yunanlılar tarafından bombalandıği haberine yer veren ikinci baskısı, İstanbul sokaklarında dağıtıldı…”İstila ve yağmadan canlarını ve mallarını korumak isteyenler dükkanlarına Türk bayrakları asmak zorunda yazısına Perihan Sarıöz’ün kitabından alıntı yaparak devam ediyor“Perihan Sarıöz Ara Güler'in eski eşi, "İstanbul-Paris- İstanbul" isimli kitabında "O güne kadar çok çok otuz beş bin satan Ekspres gazetesinin 6 Eylül akşamı basılan özel baskısı iki yüz doksan bin satar. Üniversite gençliği semt semt öbek öbek toplanır, halkında katkısıyla büyük bir kalabalık oluşur ve saat Taksim'e doğru yürümeye başlar. Çoğu hırpani kılıklı çapulcu takımı İstiklal Caddesi'ndeki dükkanları tahrip ederler" diyerek anlatıyor o günü……Olaylar üzerine toplanan Bakanlar Kurulu İzmir ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan eder. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Nurettin Aknoz, sokağa çıkma yasağı uygular ve olaylar son bulur... 7 Eylül günü İstanbul'da ortaya çıkan bilanço ağırdır 3 ölü, 30 yaralı. 73 kilise, 1 fabrika, 8 ayazma, 2 manastır, 3584'ü Rum vatandaşlara ait olmak üzere 5538 gayrimenkul tahrip Sıkıyönetkim Komutanlığı olayın failleri olduğu gerekçesiyle binlerce kişiyi gözaltına alır. Bu arada Ekspres Gazetesi'nin sahibi Mithat Perin, İstihbarat Müdürü Vedat Pekgirgin ile Yazıişleri Müdürü Gökşin Sipahioğlu bir günlük gözaltından sonra serbest bırakılır.”Olaylardan sonra İstiklal Caddesi böyle tamamına buradan gazete manşetleri için tıklayın >

6 7 eylül olayları izmir